CUMA HUTBESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Her inancın kendine özgü özellikleri bulunan ve özel ibadetlere konu olan önemli günleri vardır. Mesela Yahudiler için Cumartesi, Hıristiyanlar için Pazar, Müslümanlar içinse Cuma günleri kutsaldır.
Hicret esnasında Sevgili Peygamberimizin kendisini karşılamaya gelenler ile yanındakilere öğle vakti hitap edip ardından namaz kıldırmasıyla birlikte Cuma günü, Müslümanların bir araya geldikleri haftalık bayram günü olarak belirlenmiştir.
Cuma gününü biz Müslümanlar için özel yapan Cuma namazıdır. Bu namaz vesilesi ile öncesi ve sonrasında bir araya gelinir, hal hatır sorulur, sohbetler edilir. Namaz esnasında okunan hutbe ile sorumluluklarımıza dikkat çekilerek iyi insan, iyi Müslüman olmamız yönünde telkinlerde bulunulur. Kısacası her Müslüman Cuma gününün ve Cuma namazının önemini bilir ve elinden geldiğince eda etmeye gayret gösterir.
Cuma ve Cuma namazını neden yazıma konu edindiğime gelince…
Dün yani 10 Eylül günü eda ettiğimiz Cuma namazının konusu da ibadetin kendisiydi, yani Cuma namazının önemiydi. Hutbeyi dinleyenler hutbenin sonunda Sevgili Peygamberimize atfedilen “hadis-i şerifi” duyunca içlerinde derin bir huzur(!) hissettiler. Çünkü okunan hadis-i şerifte aynen şöyle deniliyordu: “Kim güzelce abdest alır, Cumaya gelir ve hutbeyi can kulağıyla dinlerse, o Cuma ile gelecek Cuma arasındaki günahları affolunur.” Yanlış okumadınız, abdest alıp Cuma’ya gelip hutbeyi de can kulağı ile dinledinizse gelecek Cuma’ya kadar günah işleyebilirsiniz… Şayet ömrünüz yeter de sonraki Cuma’ya ererseniz, o Cuma da abdest alıp, Cuma’ya gelip hutbeyi de can kulağı ile dinlediniz mi işlem tamamdır.
Koskoca Diyanet’te bu Hadis-i Şerif’ten böyle bir anlam da çıkarılacağını aklına getiren bir ilahiyatçının olmadığına ben ihtimal vermiyorum. Son yıllar da gerek hutbelerin siyasileşmesi, gerekse verilen fetvaların uygun olup olmaması ile sürekli tartışılan bir kurumun inancımızın temel değerleri konusunda daha hassas olması gerekiyor. Aynı kurum bugün ki hutbe de yer alan “Camiye vardığında, ibadetin ruhuna uygun davranır. Safların düzgün olmasına riayet eder. Gürültü yapmaktan, kardeşlerini rahatsız etmekten kaçınır” uyarısını sırf Allah rızasını kazanmak için camiye gelen Müslümanlardan çok cami de protokol oluşturan kendi personeline yapması gerekirdi.
Bu konuya değinmemin asıl sebebini de yazmadan geçmeyeyim. Namaz çıkışı kendi aralarında konuşan iki arkadaşın şu cümleleri bana bu yazıyı yazdırdı: “Bugün Cuma namazını kılanlar, bir sonraki Cuma’ya kadar; yolsuzluk, hırsızlık, kamu malını talan, torpil, adaletsizlik, adam kayırma, tefecilik, zulüm, tecavüz vb. bütün aktiviteleri haftaya kadar serbestçe ama kolluk kuvvetlerine yakalanmadan yapabilir. Ne de olsa haftaya bir Cuma daha var, ölmezsen kılarsın Cuma namazını her şey affolur…”
Sanırım meramım anlaşılmıştır, o nedenle bu konuyu daha fazla uzatmadan bir kısa hikaye ile yazımı bitirmek istiyorum.
“Hükümdarın birinin beyaz bir atı varmış. Hükümdar, bu atını çok severmiş. Bir gün bütün maiyetinin (“kendi adamlarının”) hazır bulunduğu bir sırada:
– Bu beyaz atımın ölüm haberini getirenin kafasını uçurabilirim. Çok dikkatli olun. Çünkü bu beyaz atı canım kadar seviyorum. Onun ölüm haberi bende kriz geçirtebilir, demiş.
Günün birinde, her şeyin eceli gibi beyaz atın da eceli gelir. Ve beyaz at ölür. Hükümdarın adamlarında bir telaştır kopar. Kimse cesaret edemez ki, beyaz atın ölümünü hükümdara haber versinler. Seyis başı, düşünür taşınır, olacak gibi değil. Ben gidip hükümdara haber vereceğim. Öyle olsa da, böyle olsa da bizim kafa gidecek, der. Ve Seyis başı, hükümdarın huzuruna çıkar:
– Hükümdarım, der. Sizin beyaz at var ya!
– Evet der, Hükümdar.
Seyis başı:
– O, yatmış, ayaklarını dikmiş, gözlerini yummuş, karnı şişmiş, hiç nefes almıyor, der.
Hükümdar :
– Seyis başı, seyis başı! Desene, bizim beyaz at öldü!..
Seyis başı:
– Aman hükümdarım! Ben demedim, siz dediniz hükümdarım, siz dediniz der ve kafayı kurtarır.”
Sanki bizim Diyanet’te Hadis-i Şerifler yoluyla kafayı kurtarma peşinde…
