ÜLKE BATARKEN AYNI GEMİDEYİZ! ÖYLE Mİ?

Tehlike o kadar büyük ki, olumsuzluk belirtisi olan her şey halktan saklanıyor. Halk, maddi ve manevi tüm olumsuzluğu kişisel yaşantısında hissettiği vakit görüyor, duyuyor ve sosyal medyadan öğreniyor. Önümüzdeki günlerde çok sıkıntılı bir döneme gireceğimiz apaçık bir şekilde belli. Bu süreç günler, aylar, hatta yıllar öncesinden bağıra bağıra, “Geliyorum” demişti. Fakat kimse bunu önemsemedi. Görmezden gelindi, duyulmazdan gelindi. Tarımda, sağlıkta, eğitimde, hayatımızın her alanında nefes aldığımız, ihtiyaç duyduğumuz her şeyde zarar, ziyandayız. Yediğimiz, içtiğimiz, kokladığımız, içinde bulunduğumuz hangi ortam olursa olsun zehirleniyoruz, zehirliyorlar. Her şeyimiz tehdit altında. Çok daha enteresan gelişmelerle bu ülkede maddi ve manevi zulümler yaşanabilir. Acilen iyileştirmeye gidilmeli. İstikrar ortamı sağlanmalı. Denetim mekanizmasının olmadığı bir sistemde devletin kasalarında para bırakmadılar. Şimdi ise, “Borç para karşılığında Türkiye’yi ipotek ettirecekler” deniliyor. Meydanlarda halen “dıjj gujler” diyerek halk yine aldatılıyor mu yoksa? Tüm inşaat firmalarını ilgilendiren konut faizleri sürekli yükselirken, diğer yandan da yandaş inşaat firmalarına ait olan dairelerin, ellerinde patlamasın diye özel olarak konut faizlerinin düşürüldüğü belirtiliyor. Ülke silahsız olarak bir işgal altında mı? Halkın geçim dünyasına, manevi yaşamına karşı duyarsız kalıp hiç bir şey yokmuşcasına davranmak nasıl bir psikolojik tavır, nasıl bir psikolojinin tezahürüdür? Halkın sırtına basa basa yükselen zenginler günlerini gün ederken, halkın ta kendisi uyumaya, susmaya devam etmektedir. Yanlışa halen ses çıkarmayan, narkozlanan halk, uyandığında her şey belki de çok geç olacak. Biz bir gün haklı çıkacağız. Ama kesin!, ama muhakkak! “Keşke sizi dinleseydik” deyip kendilerine ah, vah edecekleri döneme dahi gireceğiz. Hatta, “Oy vermedik” deyip inkar edecekler. Daha da ileri gidip bizi mevcut sistemi yönetenlere oy vermekle suçlayacaklar. Layık olduğunuz gibi değiller mi? Soygun gece vakti planlanmıştı. Hırsızlar acemi değillerdi. Fener’e filan da gerek yoktu. “Bizim lambalar işini bilir” diyorlardı. Profesyonel kadrodan oluşuyordu. Tecrübelilerdi. Önce abdest aldılar. Aynı gün cumaya gittiler hep birlikte. Minareyi çalarken kılıfları da, kılıçları da hazırlamışlardı. “Her şey bizde” dediler. Halkın uyuduğu saatte planlandı her şey. “Gerçi halk her saat, her dakika uyuyor” dediler. Uyumayan, ansızın yakalayanlar onların kendi yaşantılarına uyarladıkları din ve dünya anlayışında olmayanlardı. Hamd olsun! o gün gündüz cuma kılındı. Gece vakti beklendi. Soygun 20 dakikacık sürdü. Suç üstü yine yakalandılar. “Evet yaptık ama halk bizden” dediler. Bizim adımız “Halk” dediler. Uyutan da biz, uyutturan da biz” dediler. “Layık oldukları gibi değil miyiz?” dediler. “Alan razı, veren razı değil mi?” dediler. Ve yine büyük bir suç daha kapandı gitti. Hakim yok, savcı yok, adalet yok, vicdan yok. Adalet yine bir kadın ismi olarak kaldı. Hesap yine bu dünya da sorulamadı. Ahirete kaldı. İyi ki Allah var. Ne diyelim. Celladına aşıklar! Türk milletinin zafer ayıdır Ağustos! Geçtiğimiz hafta değinmeyi düşündüğüm fakat baskıya yetiştiremediğimden ötürü 30 Ağustos’un önemine, bize kattığı o derin ruha değinememiştim. Tarihin dönüm noktalarından birisi olan düşman birliklerinin yurdumuzdan def edildiği, Türk milletinin direncini zafere taşıyan aylardan birisidir Ağustos. Türk milletinin sevinç ve zafer ayıdır Ağustos. 26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te ecdad sultan Alparslan’ın Anadolu kapılarını Türk milletine 947 yıl önce açtığı, 30 Ağustos 1922’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milletinin Büyük Taarruz’u başlatmasıyla 96 yıl önce Dumlupınar’da mührünü vurduğu o topraklar sonsuza kadar Türk yurdu olmuş ve bugünleri bize zor şartlar altında miras olarak bırakmışlardır. Gerek Malazgirt’te, gerekse Büyük Taarruz’da, albayrakta kimin bir damla kanı varsa ruhu şad olsun. Atalarımıza, ecdad ve şehitlerimize Allah rahmet eylesin. Gördüğümde iki yol var karşımda... - Birine bakıyorum herkes o tarafa yürüyor. Büyük, büyük kalabalıklar hep o yolda gidiyor. - Gittiğim yola bakıyorum. Sağımda bir, iki kişi solumda bir, iki kişi var. Ardıma bakıyorum ite kaka bir, iki kişi geliyor. Sanıyorsunuz ki, kalabalığın gittiği yoldan gidilir. Hayır efendim hayır. Doğru istikamette çoğunluk olmaz. Açın bakın tarihe, kitaplara, sayfalara doğru hep yalnızdır. Hep bir, iki kişidir. Daha fazlası yoktur aslında. Ama hep dimdiktir. Tıpkı “Elif” gibi. Bilmiyorlar ki, yalnız olanların kimseye gözükmeyen duyguları vardır. Uçurtmalar rüzgârlara karşı dik durduğu için yükselir.Ali Osman ÖNDER