24 Haziran seçimlerinin ardından henüz bir yıllık süre dolmadı. Tek adam sistemiyle hiç bir kurumun, hiç bir vasfın öneminin kalmadığı bir süreçte yerel seçimlere doğru gidiyoruz. Bir yandan ekonomik çöküş, diğer yandan paranın dışa akıtılarak ithalata dayalı bir ülkenin dışa tam bağımlılığı arttırılmaktadır.
“Ekonomi şaha kalkacak!” söylemleriyle geçen 16 Nisan referandumu seçimleri ve 24 Haziran seçim süreci bu kez de benzer sloganlarla, algı manşetleriyle bir seçimi daha kazasız atlatmanın çabası içindeler. Şaibeli, hileli, adaletsiz, eşit olmayan şartlarda geçtiğini bildiğimiz her seçim yine bir şaibeye daha gebe. 120, 130, 140, 150, 160 yaşında gözüken kişiler listelerde seçmen olarak yer alıyor. Ahırlarda, boş inşaatlarda veyahut bir dairede yüzlerce kişi oturuyormuş gibi seçmen kağıtları ortaya çıkıyor çarşaf çarşaf. Şırnak’ta 9 eşek seçmen olarak gözüktü. Artvin’de boş, atıl bir virane evde 100 civarı hayali seçmen tespit edildi. Bunun gibi yüzlercesi. Tüm yetkiler, tüm kurumlar, tüm olanaklar, tüm imkanlar tek bir elde, tek bir sistemde, tek bir zihniyette olmasına rağmen bu skandallar üst üste yaşanıyor. Üstelik YSK’nın gayretleri, Seçsis sistemi de bu skandallara destek olabiliyor. Ülkenin gidişatını, bugünlerde yaşadığımız sıkıntıları, olabilecekleri 24 Haziran seçimleri sürecinde de yazıp, çizdik.
“
Ekonomik enkaz geliyor, yalan vaatler havada uçuyor!” diye. Kendinden olmayana, Hain!” damgası vuranlar yerel seçimlere giderken de,
“Beka!” diye bir şey pompalıyorlar. Beka denilen şey, ülkeye bela oldu. Belaların dozu, kötülüğün tesis edilmesi, doğanın katledilmesi, ahlâk denilen kavramın kirlenmesi bunlar son dönemlerde belirgin, yaygın olarak ortaya çıktı. İğneden ipliğe ne varsa köklenmiş olan tüm çiviler yerinden oynatıldı. Ülkenin eski günlere dönmesi de çok zor artık. Aleni bir şekilde işgal ediliyor topraklarımız. Silahsız, tek kurşun dahi atılmadan
“Din” olgusu ve algısı üzerinden istenen amaca doğru götürülmektedir. Bu bir seçim değil aslında. Bu dayatılan bir sistemin daha da devamını sağlamak olacaktır. Türk milletini daha da bozgun hale getirmek istemenin son kozu olacaktır. Her yıl bu ülke, seçim yapar hale geldi. Her seçim yeni bir kötülüğün, yeni bir korkunun devamı oldu. Yandaşlara, akrabalara, ailelere teslim edilen makamlar, devlet denilen mekanizmayı yok etti. Pasifize ederek işlevsiz ve gereksiz bir araca dönüştürdü. Devlet otoritesi, devletin gücü garibanın ve yanlışa karşı muhalif olanın üzerinde kullanılan bir araç haline getirildi. Kafamıza tokmak vuranlar, tokmağı elinde bulundurup, tokmağı yiyen biziz” demeleri de bir hayli komedi.
AKP’den sonra yapılan her seçim, yeni bir enkazın, yeni bir belanın, yeni bir nefretin, yeni bir kötülüğün, yeni bir ekonomik çöküşün başladığı bir dönüm noktası oluyor. Oysa eskiden yani, AKP öncesi yapılan seçimler kötüye giden yolda daha iyiye doğru gitmesi, iyiye doğru dönüştürülmesi amacını taşımaktaydı. Şimdi ise, aynı ailenin tüm fertlerine devletin kaymağını yedirmek, parasını çar çur etmekten ibaret hale getirildi.
Geçtiğimiz seçimlerde ifade ettiğim şu hususları tekrar dile getirmek istedim:
“Kilise açarlar, muhalif olana hristiyan derler. PKK ile pazarlık yaparlar, muhalif olana terör ortağı derler. İsrail’e hizmet ederler, muhalif olana yahudi dostu derler. ABD müttefikimiz derler, muhalif olanı ABD dostu gibi anlatırlar. AB’ye girdik diye havai fişeklerle kutlama yaparlar, muhalif olana AB’nin uşağı derler. Öcalan’ı besleyip büyütürler, devleti ayağına gönderirler, muhalif olanı suçlarlar. Çözüm süreci yaparlar, muhalif olanı suçlarlar. Elektriğe, suya, benzine gıdaya zam yaparlar, muhalif olanı suçlarlar. Asgari ücretle geçinilmiyor denilir, muhalif olanı suçlarlar. Ergenekon, Balyoz Ümraniye gibi kumpas davalarının savcısıyız derler, muhalif olanı suçlarlar. Orduyu çökertip devletin kozmik odalarını aratıp ABD’ye teslim ederler, muhalif olanı suçlarlar. Dinlerarası diyalogçu papaz eli öpen Fetö’ye hocam derler, eteklerine sarılıp referans olurlar, muhalif olanı suçlarlar. Dinlerarası diyalog yaparlar, muhalif olanı suçlarlar. Tecavüz vakaları, cinayetler artar, muhalif olanı suçlarlar. Devlet ve özel hastaneleri ticarethaneye çevirirler, muhalif olanı suçlarlar. Terör artar, şehitler artar, muhalif olanı suçlamaya devam ederler. Geriye giden hiç bir suç yok yine muhalif olanı suçluyorlar. Cezaevleri tıka basa dolu. Her yer suçlu. Adalet yok, terazi yok, yeni cezaevleri yapılıyor. Kütüphanelere giden yok, açan da yok. Gençler sokaklarda, ilim, bilim yok. Gösteriş, şatafat hep. Tarumar ediliyor ülke git, gide...” Kısaca, 17 yıldır herkes suçlu, herkes terörist, herkes hain, herkes günahkâr bir tek bu ülkeyi 17 yıldır tek başına yöneten AKP iktidarı ve AKP’liler masum ve günahsız!..
Durağan durdurulmaya devam ediyor!Durağan..Tarımı, hayvancılığı, ticareti, canlılığı..
Çevresindeki yerleşkelerin ihtiyaç giderici özelliğine sahip bir ilçeydi.
Durağan, Sinop’un en verimli ilçelerinden biriydi bundan 17 sene önce. Durağan’ın her geçen yıl biraz daha “Durgunlaşması” Durağanlı’nın eli ve gayretiyle olmuştur. Özellikle son 17 yılda iktidar partisine en yüksek oyu veren Durağan en çok göç veren ilçe oldu. Ekonomik anlamda kazanımlara sahip olamadığı gibi, yapay söylemlerle kaderine terk edildi. Geçtiğimiz 2014 yerel seçimlerinde mevcut belediye başkanı Ahmet Kılıçaslan’ın vaatlerle sıralı broşürlerini incelediğimde halkı din, iman diyerek aldatanların, nasıl aldatıp kandırdığını da gözler önüne sermektedir. Parke taşı fabrikasından tutun da, bir çok vaadin sadece yalandan ibaret bir slogan olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. 31 Mart’ta yapılacak olan yerel seçimlerde iktidar partisi tekrar kendi başkanını aday olarak gösterdi. Ortada hiç bir başarı grafiği olmamasına rağmen aday gösterilmesi Durağan halkına, “Siz ne de olsa %85 oy veriyorsunuz, başarısız olana layıksınız!” mı demek istiyor? Bizim tarafımızca sorulacak soru çok. Asıl olan cevabı halkın sandıkta verememesidir.
Muhalefet partilerinin ilçe temsilcileri bu seçimi en büyük fırsat bilmeli. Ne yazık ki, saraya vagon olmuş MHP’nin, saraya direnen CHP ve İYİ PARTİ’nin bir araya gelememesi üzücü bir durum olmuştur. Durağan yapı itibariyle kabuğunu kıramasa da, bu seçimlerde her iki partinin ortak bir adayda birleşmeleri gerekirdi.
En azından ülkedeki genel mücadele ilçelerde de devam etmeliydi. Aday adayları sürecinde ve mevcut adaylar içerisinde
“Şu kişi kaliteli bir hizmet yapabilir”dediğim kişi açıkcası Mustafa Eker’den başkası yoktu. En azından gazeteci kimliği ile olayları gözlemleyip çözüme götürebilecek bir kapasiteye sahip. Mevcut yapıda kirlenmek için yarışan aday adaylarından hiç umudum yoktu.
Eker, o kirlenmiş yapıdan gelen, o kapı, bu kapı gezen biri hiç değildi. Sağ seçmen indinde AKP’den belediyeyi kurtarmak isteyen İYİ PARTİ’nin adayının ise eski belediye başkanlarından Ümit Demir olduğu ifade ediliyor. Ümit Demir ismi bana kötü bir izlenim anımsatmıyor. Bugüne kadar şaibeli bir geçmişine de şahit olmadım. Şu soru da aklıma gelmiyor değil;
“Acaba MHP’den aday olamadığı için mi İYİ PARTİ’ye yanaştı? yoksa samimi bir şekilde ilçeyi AKP’den kurtarmak, bu düzene son vermek için mi yanaştı..?” Ya da aday gösterilmedim diyerek MHP’ye misilleme olarak mı çıktı ya da çıkarıldı? Onu da bilemiyoruz! İlerleyen süreçlerde saray otoritesine biat etmeyen her iki partinin de adaylarını ve çalışmalarını kısa kısa analiz edip yazacağız.Haftaya görüşmek dileğiyle..
AYKIRI KALEM