Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’a bir üniversite ve aynı zamanda bir akademi niteliğindeki Sahn-ı Seman Medresesini kurmak için Türkistan’dan dönemin büyük matematisyen ve astronomu Ali Kuşçu‘yu görevlendirmiş, kütüphane müdürlüğüne onun öğrencisi Osmanlı matematikçisi Molla Lütfi’yi atamıştır.
Molla Lütfi, etrafındaki gelenekçi ulemayı çekinmeden eleştirmesi hatta alaya alması nedeniyle tüm ulemayı kendine düşman yapmıştı. Kendisine karşı olanlar Fatih’in ölümünden sonra tahta çıkan Sultan Bayezid zamanında onun Allah’a ve Peygamberine inandığı halde küfre kayarak İslamiyetten uzaklaştığını yani mülhid olduğu söylentisini yaydılar. Bu suçlama Sultan Bayezid’e kadar ulaşır ancak Sultan inanmaz ve olayın bir ulema meclisinde görüşülüp karar verilmesini emreder.
Molla Lütfi, ulemadan dört otorite önünde sorguya çıkar. İslam dini esaslarına olan inancında hiç kusur olmadığını, küfr ve mülhidlikten uzak bulunduğunu, söylenenlerin yalan ve iftira olduğunu belirterek kendini savunur.
Ancak bir dersinde uhrevi selamet için kuru kuru yatıp kalkmak, namaz kılmak yetmez demiş; öğrencilerinden bazıları bunu dedikodu konusu yapmış ve muhakemesi sırasında da ona karşı tanık olmuşlardır.
Ulema meclisi onun mülhid olduğuna hükmederek katline karar verir. Karar padişaha sunulur ve At Meydanı’nda idamı için ferman çıkar. At Meydanı’na götürülürken Molla, alanın iki yanındaki halk önünde hep kelime-i şehadet getirerek celladın önüne kadar yürür ve başını celladın taşına koyar.
Zamanında pek çokları onu, ulemanın kinine kurban gitmiş bir şehit olarak anar. Halkın ekseriyeti gibi, İslam’ı geniş bakışla yorumlayan sufi şeyhler, medrese ulemasına karşı Lütfi’nin mülhid olmadığına inandıklarını ifade etmişlerdir.
Fatih döneminde bilim kapısı olarak açılan medresenin kalbi konumundaki kütüphaneye yetkili olarak atanan bir Molla, Sultan Bayezid döneminde küfre kaydığı gerekçesiyle ulema kararı sonucu kelime-i şehadet getirerek başını taşa koyarak canını vermiştir.
Yukarıdaki olayı daha iyi anlamak için aşağıdaki iki tarihi gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyorum.
Birincisi bilime önem veren, özgür ve geniş görüşlü Fatih Sultan Mehmed’den sonra Osmanlı tahtına oturan Sultan Bayezid her alanda bir tepki ve taassup dönemi açmış, uleması tarafından şeriatı ihya eden veli padişah olarak selamlanmıştır.
İkinci ve en önemlisi ise Fatih döneminde şeyhlere, zaviyelere ait vakıfların kapatılarak mal varlıklarının devlete geçmesi sonucu geçim kaynaklarını kaybedenler, bu vakıfların çoğunu Bayezid döneminde geri almışlardır.
Son söz İstiklal Şairimizden;Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
