Siyasetin dışında kalmak, siyasetin dışında yaşamak istese de bazen insan olmuyor. Özellikle de, yaklaşık 17 yıllık AKP iktidarının Türkiyesinde içimiz, dışımız, bedenimiz, ruhumuz hatta günlük ekseriyette birinci önceliğimiz bu durum oldu. Dünyada siyaset anlayışı, siyaset kavramı bambaşka bir düşünceyi, bambaşka bir duyguyu ifade etse de ülkemizde siyaset kavramı kutuplaşmayı, bölünmeyi hatta ve hatta iki kişinin aynı sofradan kavgayla kalktığı, iktidarı destekleyen medyanın oluşturduğu algı propagandasıyla ülkenin yarsınının neredeyse “Dinsiz” ve “Hain” ilan edildiği ciddi bir siyaset travması, siyasi çöküş dönemi yaşıyoruz.
Ekonomideki birikmiş, biriktirilmiş enkazı ve sorunu yığın, yumak haline getiren kişisel sistem her geçen gün daha fazla geçim şartlarını ağırlaştırmaktadır. “Vurdumduymazlık”, “Nemelazımcılık”, “Bize ne anlayışı!”, kendisinden başkasını dinlememe, kendisini yönetene taparcasına davranma, “Yanlış yapıyorsunuz!” denildiğinde söz dinlememe bugünkü siyaseti içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Siyasi tıkanıklık süreci siyasetçilerin şahsi keyfiyetlerinin sonucu ağır bedeller ödetiyor. Yönetenin siyaseten güçlü olması fakat ülkedeki sorunlara dair çözüm üretmemesi yönetilenin sorgusuz, sualsiz onay vermesiyle oluyor. Dış borcun giderek ve katlanarak büyümesiyle devam eden hayat standartları, iç borcun ve vatandaşların zor şartlarında geçinmeye çalışması, yerli şirketlerin bir çoğu zararı veyahut kârı düşünmeden işletmesini kapatmaya çalışması, devretmeye çalışması krizin daha da derinleştiğini, ancak bu krizi kendi penceresinden değerlendirip bakan israf düşkünlerinin, aile hanedanlığının basite indirgediklerini acıyla seyretmekteyiz. Yabancıların çöküşe gittiğimiz şu dönemlerde iyice gözlerini diktiği Türkiye’de istediğini elde edebiliyor olması ülkemizin önümüz dönemlere çok daha olumsuzluklara gebe bırakılmak istendiğine işaret ediyor.
Bu satırlardan, bu sayfalardan yıllarca fikirlerimizi paylaşıp, doğru olanı yazmaya özen gösterdik. İki satır doğruyu hazmedemeyenler, bugün; söylenenlerin, bağırarak anlatılanların, üzerine basa basa yazılanların çizgisine geldiler. Günlük akıl, ileri ki dönemi analiz etmeye, ileriyi öngörmeye en büyük engeldir. Kişisel çıkarları önde tutup ya da sabah akşam ekrandan zehir akıtılan beyinler gerçeklerle yüz yüze kalıverdiler.
Çoktandır köşe yazısı yazmama, sosyal medya paylaşımı yapmama, sosyal medyada zaman geçirmeme süreci yaşıyorum. Baktım ki mücadele eden bizler bedel öderken, mücadele edenlere sövenler sanki hiç o pozisyona girmemişler gibiler. Ne hayatlar söndü bunların sayelerinde. Ne felaketler yaşandı bunların sayelerinde. Ne büyük olaylar cereyan etti bunların sayelerinde. Ne büyük hatalar edildi. Ne büyük yanlış işler yapıldı. Ne büyük huzursuzluğun, ne büyük adaletsizliğin, ne büyük kindar bir toplumun temeli atıldı. Ve o temelin üzerine ne büyük hukuksuzluklar inşaa edildi yıllarca. Sık sık; “Ey yönetenler, taparcasına yaşayanlar bir gün sizler de tıkanır, bizi dinlemeye, kulak vermeye mahkum olursunuz” dediğimiz günlere geldik ve kapımıza dayandılar. Kapı önünde bekliyorlar. “Gelin birlikte olalım” diye. Sofrayı yiyenler doydu kalktı ve hesabı bize ödetmek istiyorlar. Evlatlar, damatlar, eşler, kızlar ve yandaşlar sessizce ağzılarını silip geçiverdiler batan gemiyi izlemeye. Ölene kadar kendilerine yetecek bir saltanatı inşaa edenler, ülkenin geleceğini ateşin içine sadece atmadılar, o ateşi bile bile, göz göre göre yaktılar. Hatta ellerinde varil varil bidonlarla ateşin üzerine daha çok benzin döktüler. Peki suç kimde?
Ne yazayım diye düşünüp dururken bu satırları yazdım. Dedim ya siyaset dışı kalınamıyor, siyaset dışı yazılamıyor diye. Görüyorsunuz ki, olmuyor. Bütün fişler bu sisteme takılı. Adına artık siyaset bile diyemiyorum. Ülkemiz de bir tek adam rejimi hakim. İstediğini yapan, istediğini yaparken de kimseyi umursamayan kendini ve kendi ailesini ülkesinden önce düşünen bir sistem. Tehlikeli diye yazdık. Çünkü tek olmak, başarmak demek değildir. Tek olmak hataların, yanlışların daha çok olması demektir. İstişare yapmadan, yolculuk esnasında bile yanındakine soran, Allah’ın istek ve arzularının dışına çıkmadan hareket eden peygamberimiz dahi tekcilik anlayışını yaşam şekliyle, sünnetiyle terk etmiş ve terk ettirmiştir. Tek adam kafası tek adamın hayat yaşamından ibaret olur. Çünkü bu sistem ülkemize uygun değil. Dürüstlük, doğruluk, adalet gibi anlayışa nokta kadar riayet edilemez halde olan ülkemizde bu sistemin olması, yaşaması zordur. Terazi eşit değil. Tartı bozuk. Helal haram belli değil. Ancak adaletle hükmeden kişinin tek adamcı olması huzur verebilir. Tek adamcılık kendini ve kendi ailesinin ikbalini düşünene güzeldir. O sistemin olduğu ülkeye, o sistemi tesis eden ülke halkına huzur değil acı bir ızdırap verir. İşkence yaşatır. Treni raydan çıkarır. Rotayı terse çevirir, sert kayaya çarptırır. Halkı perişan eder. Tarihte tek adamcılığın adaletini kendine sağlayan Firavun ve Nemrud (v.s) gibi kötü liderler buna en somut örnektir. Adalet kavramı kendilerine işledi. Kendi saltanatları uğruna halkını perişan ettiler.
Nitekim; İnsanlar arasında huzur, güven, asayiş, adalet olmayınca çarşı, pazar, esnaf, tüccar, karı - koca ilişkisi, aile düzeni, ev geçimi, kız alıp verme sanayi, tarım, meslek dalları gibi bir çok alanda da huzur olmuyor, adalet olmuyor, verim olmuyor, anlayış olmuyor. Her şey bu sisteme taraf ya da karşı taraf safında durmakla yaşıyor sadece. Bitkisel hayata bağlanıp fişin çekilmesiyle de yaşama veda edecek bir insan gibi..