ÇÖPLÜKTE BİTEN GÜL KOKLANMAZ!

Bir ülke sadece ekonomik olarak mı çöker? Eğitim, sağlık, gıda, ahlâk, adalet ve daha bir çok hususta bataklıktayız. Bilmem sizler de farkında mısınız? Ama toplumu ayakta tutan ortak ve insani değerler, olması gereken kurallar, kaideler tek tek çöküyor, bir bir tökezliyor. Müslüman Türk milletinde, aile yapısında varlığını hep yaşatan, silsile yoluyla devam eden kültür, örf ve adetler, haya, edep, adab-ı muaşeret gibi güzel duygular yok ediliyor. Yerine tıpkı gıdasal ürünlerde olduğu gibi genetiği değiştirilmiş, akıl ve şuurunu yitirmiş, televizyon müptelası olmuş, robotsal yaşamı benimsemiş anlayışla, insani değerlerden tamamen uzak, ailesini ve aile bireylerini yok sayan bir sistemi entegre etme gayreti ve mücadelesi veriliyor. Nitekim, bu silahsız savaşta başarılı oldular. Savaş yıllarında bile silahla, topla, tüfekle, tankla işgal edilemeyen topraklarımız bugün değişik projeler adı altında işgal edilmektedir. Uzun süre boyunca FETÖ’nün ihanet projelerinden birisi olan “Dinlerarası diyalog” bu planın parçalarından biriydi. Bu ihanet projesi peygamber efendimizin yok sayılmasına, hak mezheplerin 6’ya çıkarılmasına, ayet ve sahih hadisleri ayıklamalarına kadar mesafe almış, toplumu dinsizliğe, deizme, acabacılığa kadar sürüklemiş, İslam’dan, İslami sevgiden uzaklaştırmaya kadar uzanmıştır. Sistemin en etkili parçalarındandı bu proje. Yıllarca bunu yazdık, anlattık. O günlerde biz günah keçisi ilan ediliyorduk. Şimdi o proje kaldığı yerden bugün, “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitaplarında ve Allah’ın mescitlerinde uygulanır oldu. Ne din, ne de ahlâk kaldı ortada. Mesela; Son zamanlarda şahit olunan İstanbul Fatih’te bir camide kadın erkek karışık namaz kılınması, kadın vaizenin erkeklere vaaz vermesi, içlerinde oturup masal anlatır gibi din anlatması gibi. Düne kadar “Dinlerarası diyalog” denilen ihanet projesini üstlenenler, destekleyenler, örtülü ve açık destek olanlar, devletin kasasını bağışlayanlar, uğruna para bastıranlar aynı projeyi devletin üst kademelerinde FETÖ’nün bıraktığı yerden işgal zeminine destek olmaya devam etmektedirler. Silahsız, savaşsız bir işgal döneminin tam ortasındayız. Ateş, dört bir yandan yanıyor. Yozlaştırılmış, aile yapısını hedef alan diziler, gerçek dinden uzaklaştırılan müslümanlık, din adına konuşan ama dinden bihaber (!) olan sözde din adamları ortalıkta cirit atıyor. Sistematik bir saldırı var aslında. Belli ki eş zamanlı düğmeye basılmış. Ancak bu bildiğimiz gibi silahlı bir saldırı değil. Taktikler değişti, roller de değişti. Günümüz şartlarındaki saldırı teknikleri para, paranın satın aldıkları, medya, sosyal medya, kitaplar, kaynaklar, diziler, programlar, gösteriş ve şatafat cazibesi toplum ve aile yapısından sorumlu olan bakanlıklar. Hepsi bir sistemin içinde bulunduğu alanı bozuyor. Belki de farkında değiller. Belki de kasıtlı olarak dünya hırsı ve uğruna bunu yapıyorlar. Hizmet verme anlayışı adı altında toplum bozuluyor. Suç sayısı her geçen gün artıyor ama eğitimde güya AB ülkeleri arasında üst sıralardaymışız. Trajikomik. Suçlu sayısı her geçen gün artıyor ama sözde dindarlaşıyoruz. Şaka gibi!.. Bunda bir tezatlık yok mu? Bu ülkede en büyük bütçe Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Milli Eğitim ve Aile Bakanlığı’na ait. Yapılan çalışmalara, ayrılan bütçeye bakılıp kıyas edildiğinde eskisinden daha iyi olması gereken ülke, geldiğimiz noktada eskisini çok daha fazla aratır oldu. Gözle görünen tabloda, bir iyileşme söz konusu değil. Aksine iyileşmiş olanın git gide bozulduğunu ve bu bozukluğun da günden güne arttığını araştırmalarla, ortaya çıkan rakamlarla görmekteyiz. Coğrafyamızda parayla, yabancı sermaye ve azınlıklara tanınan metodlarla savaş yıllarında dahi işgal edilmeyen vatan topraklarımız topsuz, tüfeksiz işgal ediliyor. Dinimiz, imanımız, kültürümüz, adaletimiz, eğitimimiz, sağlığımız, milli duygularımız baltalanıyor, yozlaştırılıyor. Son zamanlarda ülkeyi yönetenlerin hep bir ağızdan seslendirdiği, “İstanbul sözleşmesi” kavramı var. “Nedir bu sözleşmenin amacı?” diye sorup düşündüğünüzde art niyetli bir yaklaşımın olduğu muhakkak görülecektir. Kadın üzerinden mevcut aile yapısı, toplum yapısı, cinsiyet yapısı, kadına özel vasıflarla erkeğe haiz olan durumlar eşitlenmek istenmektedir. Bu eşitlenme adalet anlayışı gerektiren, kadını koruyan, ya da erkeği koruyan durumlar değil. Böylesine kimse karşı çıkmaz zaten. Avrupa birliği destekli bir sözleşme ile amaçlanan nedir? Bir erkeğin erkekle evlenmesi, bir kadının bir başka kadınla münasebet yaşaması ve bir erkeğin ya da kadının rahatlıkla ailesini rencide edecek bir alana sahip olması devlet eliyle uygulanmak mı isteniyor? Hem sağ cenahtan, hem de sol cenahtan bu sözleşmesinin aile yapısına annelik duygusuna, babalık ve çocukluk duygusuna, bireylerin birbirine olan bağlılığına zarar vereceği yönünde hemfikir. Her alan da yaşadığımız travma yetmezmiş gibi şimdi de aile yapısını hedef almakta, müslüman Türk milletini hedef seçmektedir. Irak’ta on binlerce kadın ABD’nin işgaliyle birlikte tecavüze uğrarken AB ülkeleri neredeydi? Binlerce soydaşımız Çin zulmü altında yaşarken AB ülkeleri neredeydi? Doğu Türkistan’da kadın erkek tecavüze uğradı. Cezayir, Afganistan, Suriye ve dahası da var. Bu sözleşmeler madem iyi niyetliydi de neden bu ülkeler işgal edildi? Kadın, çocuk demeden tecavüze uğradı? İnsanlığınız, vicdanlarınız, verdiğiniz haklar neden bu insanlara uygulanmadı? Bu sözleşmeye neden ihtiyaç duyuldu? Gerçekten kadını korumak için mi? Yoksa aile yapısını kadın üzerinden baltalamak mı? Bu ülke de en çok bütçeye, en çok imkânlara sahip olan Aile Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ne iş yapar? Niye varlar? Toplum bu bakanlıkların hizmetiyle düzelmedi de Avrupa’nın dayattıklarıyla mı düzelecek?

Tüm bunlara ilaveten aşağıda vereceğim rakamlar resmi olarak bilinen rakamlar.

Türkiye’de her 10 - 20 dakika arasında bir hırsızlık vakası yaşanıyor. Tespit edilen 420 bin 556 parmak izinden sadece yüzde 4’ü şüphelilerin bulunmasını sağladı. Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan suç haritası resmi rakamlara göre belli. Bu bilinen rakamlar. Bir de bilinmeyenleri ekleyin üstüne. Suça bulaşmamış kişi neredeyse yok denilecek kadar azınlıkta. Son 7 yılın rakamları incelendiğinde ülkemizde 2011 yılında yaklaşık 6 milyon kişiye “Şüpheli” sıfatıyla adli işlem yapılmış. Bu oran katlanarak büyümüş ve 2018 yılında sadece 5 yıl içerisinde 4 milyon kişi daha artarak 10 milyon kişiye ulaşmış. 2018 yılının istatistiki verilerine dayanarak şüphelilerin %85’ini erkekler, geri kalan %15’lik kısmı ise kadınlardan oluşuyor. Ülkede artış gösteren suçlar arasında ilk sırayı dolandırıcılık, tecavüzler, uyuşturucu, yaralama, öldürme, kumar, rüşvet alıyor. Eski Türkiye yenisinden çok daha ahlâklıydı. Çok daha mutlu, çok daha huzurlu, çok daha aile yapısına düşkündü. Tecavüzler %100 arttı. Bunun bir bölümünü çocuk istismarı oluşturmakta. Biz çocukken sokaktan eve girmezdik. Yediğimiz kuru ekmek bile daha tatlıydı. Hırsızlık, arsızlık deseniz katlanarak büyüdü. Cezası yok denecek kadar az. Giren çıkıyor. Yolsuzluk, adam kayırma, dolandırıcılık, evrakta sahtecilik, faiz, rüşvet, devlet malından aşırma, beytül mala, yetim hakkına, kefen parasına dokunmalarına, hiç değinmiyorum bile!. İlerleyen günlerde ortaya çıkan rakamları paylaşmaya devam edeceğiz.

Son sözüm; “Kur’an kurslarını yıkıp parsel parsel besmeleyle kilise açanlar, ülkeyi iyiye götürdüklerini asla iddia edemezler. Çünkü bu mümkün değil..” Bahçelerde yetişen güller, çöplükte biten güllerden değildir. Onlar kokmazlar, koklanmazlar, yeşermezler, meyve vermezler, çiçek açmazlar. Sevgiyle kalınız efendim..