19 Eylül günü “Gaziler Günü” olarak kutlanmaktadır. Büyük Önder Atatürk’e Gazilik ünvanı ve mareşallik rütbesi verildiği tarih olan 19 Eylül, kahraman gazilerimizi ve aziz şehitlerimizi minnet ve şükranla yad etmenin yanında onlara karşı sorumluluklarımızın ve onlardan aldığımız emanetlere karşı görevlerimizin bir kez daha hafızalarımızda canlandırmanın günüdür. Bu vatanın ve kutsal saydığımız değerlerin hangi bedeller karşılığında bizlere kazandırıldığını idrak etme ve genç nesillere aktarılma günüdür.
Türk milleti, tarihinin her döneminde tüm zorluklara ve engellere karşın vatanını sevmeyi, bağımsız yaşamayı, bağımsızlığını kanı ve canı pahasına korumayı ilke edinmiştir. Bu nedenle gazilerimiz bağımsızlığımızın, egemenliğimizin ve ulusal birliğimizin simgeleridir. Bu günün güçlü ve saygın Türkiye’sinin temelinde kahraman gazilerimizin önemli bir payı bulunmaktadır. Yok edilmek istenen bir milleti, kanları ve canları ile dirilten, milletimizin bir tarih olduğunu ve yok edilemeyeceğini tüm dünyaya ilan ederek, vatan toprakları üzerinde bayrağımızı dalgalandırmamızı şehit ve gazilerimize borçluyuz. Yüce Türk Milletinin özelliklerinden en büyüğü şüphesiz ki, şehitlik ve gaziliğe verdiği önem; din, vatan, millet, devlet ve bayrak uğruna gözünü kırpmadan ölüme giden, şehit ve gazi evlatlarına sahip olmasıdır. Bu özelliğini yüzyıllardır her an canlı tutması bu asil milleti diğer milletlerden ayıran en önemli Özelliktir. Şehitliği arzu ettiği halde şahadet mertebesine ulaşamayan fakat vatanın ve milletin kurtuluşuna ya da şer odaklarından korunuşuna şahit olan kahraman gazilerimizin de gönüllerimizdeki yeri tıpkı şehitler gibidir.
Bir şeye sahip olmanın bir bedeli olduğu muhakkaktır. Bu cennet vatana sahip olmanın bedeli ise tarihte Malazgirt’de, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, İnönülerde, Sakarya’da, günümüzde ise terör belasına karşı canını hiçe sayan, kanını akıtan şehit ve gazilerimizin canları ve kanlarıdır. Bu canlara ve dökülen kanlara paha biçebilecek biri daha çıkmamıştır. Tarihte bunu deneyenler de olmuştur. Osmanlının en zor günlerini yaşadığı ve Osmanlı - Rus savaşlarının devam ettiği 1900’lü yılların başlarında Siyonizm’in kurucusu Teodor Herzel, Sultan Abdülhamid’e başvurur. Osmanlı’nın birikmiş bütün borçlarının sıfırlanması karşılığında kendilerine Filistin de toprak verilmesini ister. Bu istek karşılığında Sultan Abdülhamid’in verdiği tokat gibi cevap, bugün de topraklarımıza göz dikenlere tekrar tekrar okutulması hatta ezberletilmesi gereken ‘ cevaptır: “O topraklar benim değil, milletimindir. Bedeli kan dökülerek alınmıştır, para ile satılmaz.”
Üzerinde yaşadığımızın toprağın “vatan”, Semalarda dalgalandırdığımızın “bayrak” olması için gerekli olanları bakın milli şairimiz Mehmet Akif nasıl dile getirmiş:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa, vatandır.”
Bayrağa ve toprağa milli ve manevi anlamları kazandıran yine şehitlerimiz ve gazilerimizdir. Huzur içinde başka milletlerin boyunduruğu altında kalmadan yaşayacağımız bu vatanı, nesilden nesile kahraman gazilerimizin ve ‘canını hiçe saymış şehitlerimizin emaneti olarak koruyup gözetmeliyiz. Genç kuşakları da 19 Eylül’leri fırsat bilip bu bilinçle yoğurmalıyız. Sadece 19 Eylül’lerde kalmadan her Türk gencini ‘can verme sırrına eren’ gerekirse “tarihin dilinden düşmeyen destanlar yazmaya hazır bir şuurda yetiştirmeliyiz.”
Bu vesile ile kahraman gazilerimizi ve aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla anıyor, emanetlerinin emanetlerimiz olduğunu belirtmek istiyorum.