Geçmişten günümüze seslenen bir yazar…

Bugün sosyal medyada tek bir paylaşımıyla milyonlara ulaşan ama aynı zamanda linç edilen, düşüncelerinden dolayı hedef gösterilen ya da susturulmak istenen pek çok insanla karşılaşıyoruz. Bir sanatçının, bir gazetecinin ya da bir öğrencinin yalnızca düşündüğü için baskıya uğradığı bir çağdayız. İşte böyle bir çağda, Sabahattin Ali’nin yıllar önce kaleme aldığı satırlar hâlâ bizimle konuşuyor. Onun kelimeleri, bugünün suskunluklarına, çarpıklıklarına ve korkularına da ayna tutuyor.  O sırça köşkler bugünde kuruluyor ve Ali kelimeleriyle yazılarıyla bize sesleniyor "Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez birşey olduğunu sanmayın..." diyor.

    Sabahattin Ali’nin kalemi, halkın dili, sessizin sesi, çaresizin çığlığı olmuştur. Yazdıklarıyla bazen bir tarlada yorgun düşen bir köylüyü, bazen büyük şehirlerin arasında sıkışıp kalmış bir genci, bazen de yalnızlığı sırtında bir yük gibi taşıyan bir kadını anlatır. O, gözümüzü başka yöne çevirmeye çalıştığımız her gerçeği açık eder. İnsanın iç dünyasında olup biteni, dış dünyada gördüğü çarpıklıklarla birlikte aktarır bize.  İnsanların içinde bulunduğu eşitsizliği, adaletsizliği ve çaresizliği de sorgular. Çünkü o, masallarla insanları uyutmayı değil uyandırmayı hedefler.

“Sırça Köşk”, “Kuyucaklı Yusuf”, “Kürk Mantolu Madonna”, “Değirmen”, “Yeni Dünya”… Her biri birer yüzleşme aslında. Her biri bize “bir dur ve düşün” der. Kuyucaklı Yusuf, bir çocuğun hayatta kalma mücadelesidir; Kürk Mantolu Madonna, içe dönük bir adamın kalbindeki fırtınalardır; Sırça Köşk ise egemen gücün halkı nasıl kandırdığını, yoksun bıraktığını anlatan bir masal görünümünde gerçekler silsilesidir.

Ali Sırça köşk hakkındaki bir yorumunda “Yalnız ve yalnız bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yollar araştırmak istedik.” diyerek kendisinin toplumun sorunlarına sırtını dönmediğini ifade etmiştir. O ve öyküleri konuşmanın sorgulamanın tehlikeli olduğu bu dünya da sorgulamış konuşmuş ve her karakteri ile ayrı bir mücadele içine girmiştir. Kimi toprak için kimi ekmek için mücadelede. Kimi de vatan, bayrak için mücadelede. “Namuslu adam kalmamış bu dünyada iki gözüm” diyerek başlar bir hikâyesine; bu cümle, sadece bir yakarış değil, dünyanın acımasızlığına dair bir çığlıktır.  Namuslu kalmak zorlaştıkça, insanlar camdan köşklerin ardındaki yalancı güvenliklere sığınmak istemiş. İnsanlar artık namusu bir yükten ziyade, korunaklı köşklerin ardında saklanabilecek bir lüks olarak görmeye başlamış, bu durum ise gerçek hesaplaşmayı daha da zorlaştırmıştır. Bu isteğin içinde namus  o köşklerin duvarlarına çarpıp biten bir kelimeden ibaret kalmış, hayat mücadelesinin içinde unutulmuş değerler arasına girmiş. Namusu unuttukları gibi unutmuşlar o camın kırılabileceğini ve sanki hiç kırılmayacakmış gibi sahiplenmişler köşkleri. Ancak, namusun özündeki hakikati, düşünce ve yürekten gelen mücadele ile yeniden canlandırmak mümkündür. Çünkü halk, unuttuğu değerlere sahip çıktıkça, o kutsal aynanın yansıttığı gerçekler, yeniden görünür hale gelecektir.

    Yasaklanan bir kitapla başlayan yolculuğu, yasaklı düşüncelerle devam eder Sabahattin Ali’nin. Çünkü köşkün sahiplerinin en çok korktuğu şeydir halkın düşünmesi. Bu masalda yalanı doğru satandan, koltuk uğruna geçmişini karalayandan kendine değil liderine güvenip onun ismi ile yola çıkandan, köyün muhtarı değil ancak köşkün kalpazanı çıkar.  Sırça Köşk’te beyni, dili ve gözü alınmış kelleler dağıtılır halka. “Beyin size lüzumsuz, dilin ne işinize yarar, gözle ne yapacaksınız?” denir. Çünkü düşünen, gören, konuşan bir halk tehlikedir. O yüzden susturulmalıdır. Sabahattin Ali de susturulmaya çalışmıştı. Belki de başardıklarını düşündüler ama gerçekler anlatılmasa da var olmaya devam eder. Ama anlatıldığında, sonsuza kadar yaşarlar.

    Sabahattin Ali’nin kaleminde en çok sevdiğim şey, cesaret. O, kelimeleriyle dünyayı değiştireceğine inanan bir yazardı. Hikâyeleri kısa olabilir ama etkisi büyüktür. Çünkü gerçek olan şey, en derine işler.  O yüzden Sırça Köşk sadece bir masal değil, halkın suskunluğuna atılmış bir çığlıktır.

    Atatürk’ün dediği gibi, “Halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak aydının görevidir.” Sabahattin Ali de o görevi yerine getirmiştir. O, halkın arasına karışmış, onların hikâyesini kendi hikâyesi yapmış bir yazardır.

    Ve bugün halk yeniden gücünün farkına vardı, bugün yeniden sırça köşkleri tepemize kurmaya çalışanlara o camların kırılmaz olduğunu gösterdi. Yıllar geçmiş ancak iktidar metodları değişmemiş. Yıllar önce Ali gerçekleri anlattığında susturduklarını düşünmüşler ve yıllar sonra binlerce Ali, Ekrem, Esila tekrar susturulmaya çalışıyor ancak unuttukları bir şey var gerçek anlatılmasa da var olmaya devam eder ancak anlatıldığında sonsuza kadar yaşarlar. Binlerce gencimiz susturulmaya çalışmış ve içeriye kapatılmışken hala o camlara güvenecek kadar korkak olmaları komik. Neyse ki halk o camları kırabileceğinin farkında.

    "Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez birşey olduğunu sanmayın..."

    Sabahattin Ali bir yazar değil, bir yüzleşme.  “Korkma!” diyor satırların arasından. Sormaktan korkma, eleştirmekten korkma, düşünmekten hiç korkma.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.