İki gün önce Dünya Kadınlar Günü idi. İlk kez 1910 yılında gündeme gelen Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1977’de 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul etmesiyle tüm Dünya ülkelerinde yaygınlaşarak kutlanmaya başlandı.
Kadınların toplum için ne kadar önem arz ettikleri bilinmekle birlikte her yıl 8 Mart’ta aynı vurgular yapılmaktadır: Kadınların eşitliği için, siyasi ve ekonomik haksızlıklarının ortadan kalkması için, daha iyi çalışma ve daha iyi yaşama koşulları elde edilebilmesi için çalışılmalıdır. Ancak ülkemiz açısından daha elzem bir durum var ki, o da kadınlarımızın yaşam haklarının sağlanmasıdır. Her yıl giderek artan kadın cinayetlerine toplum olarak dur dememizin zamanı çoktan gelip de geçti bile…
Bu dünyada yalnızca erkekler yok kadınlar da var. Öyleyse kadınların değeri bilinmeli ve onlara gereken önem verilmelidir. Kadın toplumu oluşturan en önemli halkadır. Kadının katılmadığı, kadının yok sayıldığı bir topluluğu medeniyet ölçüleri çerçevesinde değerlendirmek mümkün değildir.
Bırakın birilerinin belirlediği medeniyet ölçülerini, ne kültürel kimliğimiz ne de inancımız kadını yok saymıştır. Aksine millet olarak kadını ülkenin hanının hanı saymışız. Bugün eşimiz anlamında kullandığımız hanım kelimesi bu unvandan gelmektedir. Yüce dinimiz ise kadınlara merhametle muamele edilmesini emrederken cenneti de annelerin ayağının altında olduğunu bizlere bildirmektedir.
Böyle bir inanç ve kültüre sahip olan bu millette asıl sorun kadın değil erkek olsa gerek. Çünkü erkeğin adam olduğu yerde kadına her gün 8 Mart olacaktır…
Sosyal medya da rastladığım hem geneli hem de özelde kadın konusunu içerdiğini düşündüğüm şu tespitlerin üzerinde de hepimizin düşünmesi gerektiği kanaatindeyim.
Kötü şeyler nasıl normalleşiyor:
• Zemini oluşurken seyirci kalıyoruz
• Ucu bize dokunmuyorsa izliyoruz
• Bizden olanlar yapınca susuyoruz
• İşimize yarayınca destek veriyoruz
• İtiraz eden olursa yalnız bırakıyoruz
• Kendi kendine de düzelsin istiyoruz
Hiçbir kötülük kendi kendine düzelmeyeceğine göre yukarıdaki tespitleri özelimizde değerlendirip bir şeyler yapmak ya da yapanların yanında olmak lazım…
12 Mart Cuma günü milletçe İstiklal Marşımızın milli marş olarak kabul edilişinin yıldönümünü kutlayacağız. İstiklal Savaşının destansı bir ifadesi olan, Milli şairimiz tarafından kendi eserlerinin olduğu Safahat’ına alınmayıp millete mal ettiği İstiklal Marşında Türk Milleti’nin olmazsa olmazlarına yer verilmiştir. Bayrak, vatan, ezan gibi kutsal değerlerimize yaptığı vurguların dışında tarih boyunca hür yaşamış bir millete zincir vurulamayacağının da bir haykırışıdır. Geçmişin mirasçısı ve geleceğin emanetçisi olan bizler bu inançla geçmişten aldığımız mirası sadece şanlı tarihimizle öğünerek, dedelerimizin kahramanlıklarını anlatarak değil, geleceğin emaneti bilinciyle koruyup geliştirmek adına daha çok çalışarak gelecek nesillere aktarmalıyız. Malazgirt’ten Dumlupınar’a kadar bu toprakları savunmak, vatan yapmak için canlarını feda eden bu kahramanların torunları olarak onlara layık olduğumuzu, emanetlerini daha güçlenerek korumakta olduğumuzu göstermenin gayreti içinde olmalıyız. Yoksa İstiklal Şairimizin “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın” duasını hangi ruh halinde hangi hissiyatla ettiğini idrak edemediğimiz gibi bu duaya da layık olamayız.
Yazımı kaleme almaya çalıştığım bu gece İslam alemi için mübarek Miraç Kandili. Tüm İslam âleminin mübarek Miraç kandilini kutluyor, bu gecenin hayır ve bereketiyle hepimizi iç huzura eriştirmesini Yüce Allahtan diliyorum…