Hayat bir tablo gibidir. Yaşadığımız her saniye, bu tabloya işlenen bir fırça darbesidir. Sizin hayatınız da, hem sizin hem de dönemin elleriyle işlenmiş bir tablodur. Hayat boyunca yaşadığınz her şey, bir renktir bu tabloda. Bazıları karanlık, bazıları aydınlık.
Hayat bazen insanı anlamadığı bir yere, beklemediği bir sona sürükler. Ama belki de en önemlisi şudur: İnsan, yaşadığı sürece kendi tablosunu çizer. Sizi izleyen herkes, kendi yorumunu katıyor. Ama bir şey kesin: O sizin tablonuz ve sonunda sizin isminizle anılacak o yüzden insanların yorumlarını önemsemeden en sevdiğiniz renklerle bir tablo çizin.
Ve bazen bir bakıyorum, başkaları kendi renklerini benim tablomda denemeye çalışıyor. “Bu rengi çok kullandın” diyenler oluyor. “Böyle giderse karanlık olur,” diye uyarıyor birileri. Ama fark ettim ki, kimse senin yerini bilmeden fırçanı tutamaz. Kimse senin ne yaşadığını bilmeden, hangi rengi neden seçtiğini anlayamaz. O zaman anlamalarını beklemeden anlamaları için çaba göstermeden boyuyorum. Ne başkasının siyahı, ne başkasının parıltısı ilgimi çekmiyor...
Zaten başkasının fikirleri sadece tablonun nasıl göründüğü ile ilgilidir. Ama bence tablonun nasıl göründüğü önemli değil. Çünkü bu bir sergi değil; bu, benim hayatım. Benim fırçam benim kararlarım kimsenin beğenmesi gerekmiyor. Eğer bir gün dönüp baktığımda “İçimden geldiği gibi çizdim,” diyebiliyorsam, işte o zaman tabloyu tamamladım diyebileceğim.
Ve evet, belki fırçayı yanlış tuttum bazen. Belki renkler taştı, yer yer yanlış boyadım. Ama hepsini ben yaptım. Hepsi benim hatam oldu. Ve bana göre başkalarının fikirleriyle inşaa ettiğim kusursuz sahte bir hayattan daha iyi oldu.