HER ŞEYİ BİR BİLEN VAR!

Ülkede ekonomi ciddi manada çöktü. İntihar vakaları arka arkaya geliyor. Bunalımlar, geçim şartları, parasızlık, işsizlik, boşanmalar, ailevi çöküntüler. Önce İstanbul Fatih, sonra Antalya. Bu sadece 1 günde bilinen. Peki ya hiç bilinmeyenler, hiç duyulmayanlar, hiç görülmeyenler? Hep gözyaşı ve hüzün. Bunca, yığınla sorun varken acaba, “Sebep nedir?” diye soruyor mu herkes kendi kendine. Saray odalarından dışarı çıkmayanlar rahat uyuyorlar mı? Olmayan vicdanları çok rahat mı? Belalar eksik olmuyor artık beldelerde. Kötülükler günden güne daha da artıyor. Huzursuzluğun, arsızlığın çoğaldığı, karşılıklı güvenin, sevgilerin ortadan tamamen kalktığı bir ülke olarak tarihi sayfalara kara bir leke olarak üzüntüyle geçiyoruz. İflah olunması artık imkansız. Ne diyanet dini, ne de adı milli olan okullar eğitim verebiliyor. Çünkü çark tersine dönüyor. İçi boşaltılmış zihinler yetiştiriliyor. Bu boşluğu özel sektörde faaliyet gösteren kurumlar vermeye çalışsalar da onlar da kendi eksenleri etrafında çok da rahat değiller. Diyanete ve milli eğitime harcanan paraya rağmen toplum her yönüyle bir çöküntü içinde. Her yönüyle bir bataklık içinde. Hâl böyleyken, tonlarca birikmiş, üzerine eklenen sorunlar çözülememişken, bir gece ansızın biber gazıyla Kur’an kursu basmak hangi aklın ürünüdür? Biber gazıyla, Kur’an- ı kerimlerin olduğu bir binaya postallarla dalmak neyin kafasıdır? Evet, evet.. Kağıthane’de hukuksuzca yıkılan Sadabad kursundan söz ediyorum. Kâğıthane belediyesi bir gece ansızın balyozlarla Kur’an kursu bastı. Üstelik 59 öğrenci uykuda iken. Türkiye tarihinde böyle bir uygulamayla kurs yıkan duyulmadı, görülmedi. Kur’anı kerime abdestsiz el uzatmayan, saygı da kusur etmeyen talebelere bu nasıl yapılır? Kur’anı kerime saygısı olan bir insan bu şekilde bir yıkım tavrına gidebilir miydi? Hadi o çocukları hedef aldınız. Allah’ın kitabından da mı utanmadınız? Düşmanınız dahi olsa müslüman olduğunu iddia eden bir yönetim şekli, Kur’anın bulunduğu bir binaya bu şekilde saldıramazdı. Mesele yıkmanız değildi, zalimce yıkım tavrınızdı. Milyonlarca kaçak yapı, milyonlarca sorun, açlık, işsizlik, milyonlarca kötülük varken tek derdiniz bu bina mıydı? Saatlerce, güçlükle yıkılamayan o binada milletin parası, duası, hakkı vardı. Nasıl kıydınız o binaya.. Nasıl kıydınız? Nasıl yıktınız? Besmeleyle kiliseleri açıp onarırken Kur’an okutulan yerlerden ne istediniz ki? Geçmişten bahsedip sabah, akşam “CHP camileri ahıra çevirdi!” algılarıyla bu milletin oyunu aldınız. Siz ne yaptınız Kasımpaşa’da, Kağıthane’de? Kimsenin yıkmadığı, yıkamadığı, üstelik içerisinde talebe yetiştiren 33 yıllık binayı ansızın yıktınız. Hem de hiç acımadan.. İçten yıkıldık, yıkılıyoruz. İçten yakıldık, yakılıyoruz. Yıkılmaya, yakılmaya devam ediyoruz. Manevi direkler tek tek sökülüyor. Milli şuurlar tek tek siliniyor. Ülkeyi ayakta tutan bu iki direklerin son kaleleri de yıkılmak isteniyor. Saraylara ve ihtişamına eğilmeyenler, doğrunun yanında saf durup hakkı olanı yaşayanlar kamuoyunda hedef haline getiriliyor. Saray ve ihtişamlarına kapılanlar, şatafatlı hayata merak duyanlar, rahat bir yaşam için ruhunu, aklını kirletenler önümüzdeki tehlikeyi görmemekte ise halen ısrar ediyorlar. Günler, aylar, seneler geçtikce tek adam sisteminin zararları kendini iyice hissettirmeye başladı. Adalet kavramından uzak adliye binaları, parayla satın alınan sağlık sistemleri, parasız geçilemeyen ve geçiş garantisi verilen kağıttan yapılan yollar. Neresinden tutalım ki ülkedeki işgalin? Diyanetin hutbeleri, milli eğitimin sürekli değişen müfredatı. Hiç birisi arkadan gelen nesli, var olan toplumu daha iyiye götüremiyor. Aksine herkes daha da kötüye gidiyor. Daha da kötüye bulaşıyor. Bataklıktan zevk alan bir sistemi tesis ettiler. Her yerden, her şeyden pislik akıyor. Ülkenin tarımı, sanayisi, esnafı, üreticisi ayakta iki büklüm zor duruyor, ayakta kalmak uğruna saltanat sistemine karşı direniyor. Milli ve manevi değerleri, milli eğitim müfredatlarıyla içten içe yıkılıyor. Din diyorlar dini kaldırıyorlar. İslam adına bir şey bırakmadılar. Yaşamları kendi kafalarındaki dinden ibaret. Sadece yaşadıklarına din diyorlar. Oysa İslam ilim, bilim dini.. Yaşamı biçimlendirme dinidir. Kul hakkına riayet ister İslam.. Yetim hakkına, kamu malına, beytül mal’a riayet ister. Bunlara dokunulmasın ister. Meğer, “Bir gece ansızın gelebiliriz!” derken Habur’da davullarla, zurnalarla kahraman gibi karşıladıkları, Kobani’de kahraman gibi uğurladıkları teröristler değilmiş! Terör yuvaları değilmiş!. İlim yuvalarıymış bir gece ansızın bastıkları. Devletine sabah akşam dua eden talebelermiş bir gece ansızın bastıkları.. Bir rant, bir hırs uğruna değdi mi? Bir seçim uğruna kırmızı bültenle aranan terörist başı Osman Öcalan’ı TRT’de ağırlayanlar size soruyorum.. Değer miydi postallarla girmeye?.. Balyozlarla cam, çerçeve kırmaya?... ** Sadabat kursuyla alakalı tüm belgeleri sosyal medya hesaplarımda paylaştım. Konu üzerine iki defa canlı yayın yaparak biraz daha detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştım. Kabul edilebilir hiç bir yanı olmayan bu hukuksuzluğa yürekten seslenmeye serzenişte bulunmaya gayret ettik. Bizleri her koşulda takip eden, ettiren herkese buradan tekrar teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. ** FETÖ tahliyeleri ve Arınç! Adamına göre adalet.. Sonucu tam bir rezalet.. Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler tahliye edildi. Peki ama neden? Ergenekon kumpasında aktif rol oynayan, bu ülkenin temel yapı taşlarını bozan, sabah akşam fetö ihanetlerini kılcal damarlara sokan bunlar değil miydi? “Heykeli dikilmelidir!” dedikleri kaçak savcı Zekeriya Öz’le insanların hayatlarını karartan bunlar değil miydi? Dönemin muhaliflerine iftira ve çamur atan bunlar değil miydi? Bu tahliyelerde fetö tescili bilinen Arınç’ın etkisi mi olmuştur? Bülent Arınç kendi tabanında bile tescilli fetöcü olarak bilinmesine rağmen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine sırf bu tahliyeler için mi getirilip maaş verildi? Haftaya başka bir yazımızda görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın...