Sen doğmadan başlıyor sevilme duygun. Annenin yüreğine bir aşk düşüyor, baban heyecanlanıyor doğumun yaklaştıkça. Seni kucaklarına ilk aldıklarında bağrına basıyor ailen, canım kızım diyerek çekiyorlar kokunu içlerine.
Zaman geçtikçe herkesin sana olan sevgisini hissetmeye başlıyorsun; büyüklerin, teyzen, halan, dayın, amcan… Herkesin kalbine taht kuruyorsun kısa sürede.. Sevildiğini gördükçe sevmeyi öğreniyorsun; nasıl öğrendiğinin farkına bile varmadan..
Büyüyorsun zamanla... Annenle babanın birbirlerini nasıl sevdiğine şahit oluyorsun. Düşünüyorsun bir insan ailesi dışındaki birini nasıl sevebilir diye. İşte bu düşünceler içerisindeyken arkadaşların olmaya başlıyor.
‘Paylaşım’ kavramı giriyor hayatının içine. Anlıyorsun ki sevmek için paylaşım içinde bulunman gerekiyor hayatına giren insanlarla. Sonra biraz daha büyüyorsun. Beğenme ve beğenilme duyguları ekleniyor duygu kumbarana. Bir gün bir bakmışsın hiçbir paylaşımda bulunmadığın bir adamdan etkilenmişsin, kendini böyle saçma bir duygunun içinde buluyorsun. Tanıyorsun, seviyorsun, hayatı paylaşıyorsun; acılarını, hüzünlerini.. Onun da seni sevdiğini düşünüp mutlu olduğunu gördükçe bu yaşadığım aşk mı diye düşünmeye başlıyorsun.
İşte bu noktadan sonra hayatta sana en çok lazım olacak özellik beliriyor karşında:
‘ Şans.’ Şansın varsa işle
r tıkırında gidiyor, peki ya şanssızsan?
Şanssızsan ne oluyor, otur karşıma anlatayım. Seviyorsun, sevilmiyorsun; sen ağladıkça karşında sana gülen bir çift göz görüyorsun; kendini anlatmaya çalışıyorsun fakat anlaşılmıyorsun. Kendinden ödün verdikçe ve karşılığını alamadıkça kızıyorsun karşındakine. Karşındakine mi?
-Hayır, aslında bizzat kendine.Hayat tüm bunlar yüzünden seni acımasız birine dönüştürüyor senin isteğin dışında. Sonra sevemeyen, güvenemeyen, istemeyen biri olup çıkıyorsun. Ne kendini anlatacak gücün kalıyor, ne anlaşılmaya mecalin.
“20’li yaşlarda ölen fakat 70 yaşında gömülen” birine dönüşüyorsun.

MERVE DEMİRCİ