KUTUPLAŞTIRAN DİL ‘VİRÜS’TEN DAHA TEHLİKELİDİR....

“Ülkede ekonomi oldukça iyi gidiyor. Esnaf Bağ-Kur primlerini, vergilerini ödemek için kuyruklara giriyor. Kazanç o kadar bol ki, ihracat patlamış, ithalat zayıflamış. Enflasyon canavarı mı sormayın gitsin! hükümetimiz kuyruğundan tuttuğu gibi atıvermiş. Hastalarımız mı onların keyfine diyecek yok! hastane kuyruklarında beklemiyorlar artık doktorlar evde muayene ediyor, ilaçlar ise sipariş üzerine kapınıza kadar teslim ediliyor. Çalışanlarımız artık mesaiye ihtiyaç duymuyor, imamlarımız Cumartesi-Pazar tatil yapıyor, memurlarımız iş yokluğundan çalışma sürelerini 3 güne indirdiler. Şevketlü hükümetimiz artık kapı kapı AB ülkelerinde gezmiyor, el etek öpüp ‘aman bizi de alın’ diye kapılarda beklemiyor. Ne de olsa biz büyük devletiz. Fırat kenarında otlayan koyundan bile sorumlu olduğunu bilen bir hükümetimiz var!?......................” Bu satırlar 15 yıl önce Bizim Karadeniz gazetesinde kaleme aldığım yazı idi… O günden bu güne o yazdıklarımın bir çoğu uygulamaya geçti(!) belki ama satılanlar, kaybolan değerler artan borç yükü, umudunu kaybetmiş emekli, siftahsız dükkan kapatan esnaf büyük sermaye gruplarına yem olmuş küçük esnaf, üretmeyen üretse de ürettiği para etmeyen çiftçi ve en önemlisi de bu ve bundan önceki hükümetlerle başlayan köyden şehirlere göç dalgası… Anadolu boşalıyor büyükşehirler nüfus patlaması yaşıyor.. Bu süreçte büyük holdingler türedi… Küçük esnaf ise kendisine verilen havuçlar sayesinde büyüdüğünü zannederek bu hormonlu büyümeye destek verdi. Aslında o günlerden başlayan özelleştirme bu günlerde vatandaşın derdine dert katan, enflasyonu körükleyen üretimi söndüren devletin üretimden elini çektiği borç yükünün katlandığı hem vatandaşın hem devletin artan borçları karşılığında varlık fonunun devreye girdiği bir sürece taşıdı. Dünya Korona belası ile uğraşırken Türkiye Cumhuriyeti IMF’den borç almadan vatandaşına IBAN göndererek başlattığı kampanya ile bu süreci yürütüyor. Unuttuğu gerçek ise kahvehane de, lokanta da, kuaförde ve özellikle günlük yevmiyeli işlerle hayatını idame ettirmeye çalışan kesimlerin düştüğü zor durumu kavrayan bir yapının halen oluşmamış olmasıdır. Türkiye’yi bu zor süreçte geçmişte olduğu gibi İmece ruhu, yardımseverlik özelliği komşuluk hakları, ahilik geleneği ve de dayanışma kültürünün vatandaşımızda kaybolmamış olması ayakta tutuyor. İmkanı olan komşu, esnaf memur bir alt kattaki ya da evinin etrafındakine yardım eli uzatıyor. Bu ülkede işçilerin, memurların sırtından büyük kazançlar elde eden sendikalar, esnafın sırtından kurulmuş odalar, birlikler, çiftçinin sırtından geçinen kooperatifler, orman köylüsü için faaliyet gösteren orman kooperatifleri üyeleriniz zorda.. Bu gün değilse sizler ne zaman harekete geçeceksiniz… Kapanan ve faaliyet yürütemeyen, sizlere aidat ödeyen üyelerinizi görmek, bulmak zor olmasa gerek… Belki odaların kaynakları yetmeyebilir ama sizin sırça köşklerden, altınıza çektiğiniz lüks otomobillerden, aldığınız yüksek maaşlardan feragat etme zamanı gelmedi mi? Bu güne kadar hükümete yönelttiğiniz eleştiriler ya da övgülerinizde olabilir. Ama şimdi sizin üyenizle birlikte olup bu zor süreci atlatmak adına önemli bir görev üstlenme vakti gelmiştir. Bu sürecin ne kadar süreceği nelere mal olacağı halen kestirilebilmiş değil… İktidar kendinden başka kimsenin bu süreci fırsata çevirmemesi için çaba sarf ediyor. Belediyelerin yardımını keserek aslında birleştirici imece ruhunu öldürüyor. 1999 depreminde dönemin hükümeti tüm devlet kaynaklarını seferber ederken tüm eleştirilere gögüs gererken dert yanmıyor yarayı el birliği sarmanın tüm vatandaşların bu sürece katkı sunması için çaba sarf ediyordu. Bu gün ise belediyeler ayrı devlet oluşturamaz(!?) yardım toplayamaz diyorsanız uzanacaksınız evine hapsolan kahveciyi, kuaförü, yevmiyeli işçiyi görecek bulacaksınız.. Madem yardım toplayacak hazine boş o zaman tüm vatandaşlarının bu yarayı sarmasına imkan verecektiniz. Açıkladığınız paketler esnafa yaramıyor, işi düzgün olan, işini gören yandaş olana gidiyor. Televizyonlarda açıkladığınız gibi taşrada işler yürümüyor, esnaf kan ağlıyor, banka belge istiyor, işi tıkırında olan dağda yol buluyor zorda olan imkan arayan ise düz ovada yolunu şaşırıyor.. Siz metropolden bakıyor, balkondan seyrediyorsunuz, taşrada büyük kentlerde ise esnaf kan ağlıyor.. Virüs ülkeye girdi ama ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı dil inanın virüsün etkisinden daha büyük zarar veriyor.. Görünen o ki, İstanbul’da oluşturulan dev hastaneler daha işin başlangıcında olduğumuzu gösteriyor. Türkiye; DSÖ verilerine dayandırılan haberlere göre genç ölümü bakımından dünyanın 9 kat önünde gösteriliyor. é DSÖ Avrupa istatistiklerine göre kıtada 60 yaş altı koronavirüs ölüm oranı yüzde 5 olarak hesaplanırken, Türkiye’de koronavirüs kaynaklı 60 yaş altı ölümlerin ortalamasının 4’te birine denk geliyor.Bunların yanı sıra dünya genelinde koronavirüsten 60 yaş altı ölümler, Türkiye ile kıyasladığında tablo daha da endişe verici hale geliyor. Dünya genelinde 60 yaş altı ölüm oranı yüzde 2.3 olarak kayda geçerken bu oran Türkiye’nin 9’da 1’i…” (kaynak: https://www.mynet.com/dunya-saglik-orgutu-uyarmisti-turkiye-de-korkutucu-oran-dunyanin-9-kati-110106492220) Avrupa nüfus bakımından yaşlı bir nüfusa sahipken Türkiye bölgede genç nüfusu ile dikkat çeken bir ülke .. Bu durum tedavi noktasında istenilen oranda etkili olamadığımız gerçeğini de gözler önüne seriyor. Kısacası Türkiye bu süreci atlatacaktır. Lakin oluşan hasarlar kırılan gönüller patlayan ekonomi birçok sektörü de beraberinde yıkıp geçecektir. Gelin oluşan güvensizliğimizi kurumlarımıza olan güveni kaybetmeyelim. Bizler küllerinden yeni bir devleti kurduk. Ama biz toplum olarak kaybettiğimiz değerlerin farkında değiliz. Toplumsal olarak yıllarca balık aldık balık tutmayı öğretemeyen iktidarlar sayesinde topyekûn fon kapısına çökerken maalesef devlette fonlamayı kendi zenginlerine yapmış ama yara iş yara sarmaya geldiğinde bunu yine milletin sırtına sarmıştır.