Süleymaniye Camii, MimarSinan’ın
kalfalık, Selimiye ise ustalık eseridir. Cami ile bir külliye halinde olan
Süleymaniye,Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında 1550’de başlanarak
1556’da bitirildi. Cami 138 pencereden ışık alır. Akustik ve havalandırma
düzeni bir mimari şaheseridir.
Mimar Sinan, Süleymaniye
Camii’ni yaptığı sırada birtakım
kimseler;-Sultanım, Sinan, cami içinde nargile fokurdatır durur, diye, Kanuni Sultan
Süleyman Han’a şikayet ederler.
Padişah da;-Bunda bir hikmet vardır, diye düşünür ancak, her devirde olduğu gibi
çevresindeki bazı fitnecilerin hakikati görüp susturulmaları için onlarla birlikte henüz çalışmaların sürdüğü inşaat
alanına gider.
Hakikaten Koca Sinan’ı nargile fokurdatırken bulurlar. Kanuni sorar:
-Bre Sinan, bu ne haldir?..
Mimar Sinan gayet soğukkanlı bir halde cevap verir:
-Padişahım, bu nargileyi burada
bulundurmamın sebebi, fokurtusu
içindir. Dikkat ederseniz,Tömbekisi (tütünü) yoktur.
Fokurdayan suyun sesi; camide
Kur’an-ı kerim okunurken her
tarafa aynı tonda yayılmasını sağlamak için lüzumlu tedbirleri
almama yardım etmektedir...
“Koca” Sultan, “Koca” Mimardan
beklediği cevabı almıştır.
Yanındakilere “Şimdi hakikati
anladınız mı” der gibi manalı manalı
bakar...
Evet, Mimar Sinan bu çalışmasıyla,bugün ancak modern tiyatro binalarında görülebilen akustik tertibatı, yani ses
yankılanması ayarını, 16. asırda o bir
nargileyle yapmıştır...
Bu tarihi olayı hatırlatmama vesile olan olay geçenlerde katıldığım bir cenazede imam ve müezzinin mikrofonla olan
cebelleşmeleridir.
Süleymaniye’nin yanında avuç içi kadar denebilecek bir cami
de imam efendi vakit namazını
cazırtı cızırtı ve kulakları sağır
eden çınlama sesi arasında
kıldırdı. Sıra
dışarda kılınacak cenaze namazına
gelince melun alet yine yaptı
yapacağını ve imam efendiye bir
türlü helallik aldırmadı. Neyse ki
cemaatin arasından biri üstüne
vazife olmayan bir şekilde olaya
müdahale ederek mikrofonsuz
konuşması konusunda imamı
uyardı da cemaat işkenceden
kurtuldu.
Ne yazık ki camilerimiz tıka basa
dolacak şekilde saf tutanlarla
dolup taşmıyor. En kalabalık
olan cenaze namazlarında bile saf
sayısı beşi altıyı geçmiyor. Buna
rağmen imamlarımız seslerini ya
ekonomik kullandıkları için ya
da mikrofona konuşma sevdaları
yüzünden ısrarla cemaate
elektronik sesle hitap etme
derdindeler.
Bu işkenceye (!) maruz kalırken
aklıma işin bir de dini boyutu
takıldı. Dinimize göre israf;herhangi bir konuda aşırı
gitmek, doğru ve gerçek olandan
sapma, meşru sınırların ötesine
geçme, imkânları ve sahip
olunan değerleri, gerekli görülen
yerler dışında ve gereğinden
fazla harcama anlamına
gelmektedir. Buna göre acaba
Allah’ın evi saydığımız dinimizin
mabetlerinde Allah’ın yasakladığı
bir durumamı vesile oluyoruz.?
Yaşı 40’ın üzeerinde olanlar
iyi bilirler, özellikle köylerde
elektriklerin olmadığı zamanları.
O dönemlerde ezanlar bile çıplak
sesle okunurdu ve genelde de
herkes duyardı. Günümüzde
ise ufacık köy camilerinde bile
imam, arkasındaki iki sıra saf
tutmuş insanlara namazı mikrofon
cazırtısı ile birlikte kıldırıyor.
Benim bildiğim namaz huşu
içinde her hangi bir etkene maruz
kalmadan kılınmalı.
Kısacası artık ne Mimar Sinan
gibi ustalar yetiştirebiliyoruz ne
de görev yaptığı camiye sesini
duyurabilecek imamlar. Sanırım
bunları yetiştiremediğimiz içinde
Allah’ın evinde Allah’ın haram
kıldığı israfa karşı gelebilecek
ne imam ne cemaat ne de yetkili
yetişmesini beklemekde boş hayal
olsa gerek...
