OSMANLI’DAN ANEKDOTLAR...

Okuduğunda bazılarınızın günümüzdeki kişilerle ilişkilendireceği yada kendisince yorumlar çıkaracağı Osmanlı tarihinden ilginç bulduğum anektodları sizinle paylaşmak istiyorum.
Birincisi Yavuz’dan:
Yavuz Sultan Selim 1515’de Dulkadiroğulları beyliğini Osmanlı topraklarına katmıştı. Mısır’da bulunan Memlukler kendilerine bağlı bu beyliğin Yavuz tarafından fethini protesto etmek adına Yavuz’a bir elçi gönderirler. Elçi çekinerek de olsa Memluk sultanının isteğini dile getirir: “Hutbelerde sultanımızın adı okunan memleketleri iade ediniz”
Yavuz elçiye “ Var sultanına söyle hutbede adının okunmasını artık Anadolu’da değil, Mısır’da korumayı düşünsün” diye cevap verir. Elçi başını eğip alçak sesle Yavuz’a adeta yalvarır: “Ben bunları sultanıma söyleyemem, siz bir elçi gönderseniz de o söylese…”
Bunun üzerine Yavuz adeta gürler: “Elçiye lüzum yok, Mısır’a ben geliyorum!”
Ve çok geçmeden de dediğini yapar, Mısır’ı fetheder.
Devlet adamlığı kararlılık ister. Yavuz gibi hedefi ve sözleri birbiriyle uyumlu olmalıdır. Ancak ne yazık ki günümüz siyesetinde dün söylenenler bugün yalanlanır oldu. Dün baş koyduğumuzu söylediğimiz yoldan bugün rahatlıkla dönüş yapabiliyoruz. Galiba günümüzde en geçerli söylem “dün dündür, bugün bugündür…”
İkincisi Kanuni’den:
Kanuni vefat ettiğinde kendisiyle birlikte bir sandığında defnedilmesine dair bir vasiyet bırakmıştı. Sandık bir görevlinin elinde saray ulemasının yanına getirilir ve bu vasiyetin İslam’a uygun olup olmadığı tartışılmaya başlanır. Bu esnada görevlinin anlık bir dikkatsizliği yüzünden sandık yere düşer ve açılır. İçinden Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptıkları için Şeyhülislamlardan aldığı fetvalar dökülür yere.
Fetvaları gören Şeyhülislam göz yaşlarına boğulur ve “ Ey Sultan Süleyman, sen bizim verdiğimiz fetvalarla kendini kurtardın diyelim. Ya biz kendimizi nasıl kurtaracağız” diyerek yerlere kapanır.
Göründüğü gibi birileri kendince haklı nedenlerle kendilerini kurtarmaya çalışırken başkaları bu durumda zorda kalabilir. Koskoca cihan padişahı bile yaptıklarının hesabının sorulacağı bilinciyle hareket ederken, bugün kimileri kendini herşeyin sahibi gibi görüp hak, hukuk ve kul hakkı gibi hesap konularını hiçe saymaktalar.
Yukarıdakilerle münasebetsiz bir anekdot ile yazıyı sonlandıralım:
Sultan II.Mahmut döneminde Mehmet isimli bir zat yaşarmış. Herkesçe münasebetsiz, patavatsız birisi olarak nam salmış. Sultan bu adamı merak ederek bir gün, tanışmak amacıyla huzuruna çağırtmak istemiş. Vezirler ‘’Aman sultanım, bu herif pek münasebetsiz bir mahluktur’’ demişlerse de padişah ısrarla Mehmet Efendi’yi çağırtmış. En nihayetinde Mehmet Efendi Sultan’ın huzuruna çıkmış. II.Mahmut adamla iyice muhabbet etmiş ve hiçbir münasebetsizlik görmediği gibi adamı bir kese altınla ödüllendirmiş.
Aradan bir süre geçtikten sonra II.Mahmut bir gün faytonuyla Babıali’yi teftişten dönerken Cağaloğlu yakınlarında yine Mehmet Efendi’ye rastlamış. Mehmet Efendi ısrarla padişahın arabacısına seslenerek faytonu durdurmasını ve sultana bir arzusu olduğunu belirtmiş. Sultan II.Mahmut, Mehmet Efendinin sesini tanıyarak arabayı durdurtmuş ve önemli bir maruzat dinleyeceğini zannetmiş.
Mehmet Efendi: ‘’Hünkarım siz zurna çalmasını bilir misiniz ?’’ diye sormuş. II.Mahmut bu beklenmedik kelam üzerine şaşırarak: ‘’Hayır,bilmem’’ diye cevap vermiş. Bunun üzerine Mehmet Efendi: ‘’Bende bilmem hünkarım’’ demiş.
Sultan II.Mahmut adamın bu anlamsız kelamı karşısında şaşkınlıkla lafın devamını bekler. Mehmet Efendi konuşmaya devam eder: ‘’Pederimde bilmezdi hünkarım. Hatta Bursa’da halamın damadının bir yaşlı teyzadesi vardır, O’da zurna çalmasını bilmez efendimiz’’ der. Sultan bu anlamsız latifeye çok sinirlenerek adeta kükrer: ‘’Çekin şu münasebetsiz herifi yolumdan’’
Ne demişler; can çıkmadan huy çıkmaz…