Yüzyıl önce başlayan kurtuluş mücadelesi sonrası özgür bir vatanda Ramazanımızı idrak ediyoruz. Oysa bu gün bu ülkede Çin’in Honkong vilayeti, Afrikadaki sömürge ülkeleri gibi mandaya kurban gitmiş bir nesil Fransızca’yı ya da başka bir dili kendi dilinin yanına resmi dil olarak konmuş yarı sömürge bir devlette yaşıyor olabilirdik. Çünkü Saray ve yanlısı bir kısım mandayi istiyor TBMM’de de bir kısımda İngiliz mi olsun ABD mi olsun söylemi ile umutsuzluğu körüklüyordu. Tek bir ses ‘YA TAM BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM’ diyerek Anadolu’yu ayağa kaldırıyordu.
Böyle bir mücadele sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti asıl mücadelesinin çağdaşlaşma, yeniliklere açık olma, yenilenme hareketlerini başlatırken Osmanlı’yı son 200 yıl geri bırakan olguları da gözden geçiriyordu. Bunlar neydi,?kimlerdi?çıkarları neydi? ne amaçlıyorlardı? hepsi inceleniyor Mustafa Kemal radikal kararlarla kendisini dinsiz diyeceklerini bilmesine rağmen milletinin geleceği için bu adımları atmaktan asla çekinmiyordu.
“Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın.”
İşte bu niyetle günümüzde bile başvurulan kaynaklar arasında ilk sırayı alan Elmalılı Tefsiri Elmalılı Hamdi YAZIR’a yaptırılmıştır.
Mustafa Kemal bu düşüncelerini şu sözlerle özetliyordu;“Kur’an’ın tercüme edilmesini emrettim… İlk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim. Halk, tekrarlanmakta bulunan bir şey mevcut olduğunu ve din işleriyle ilgili kimselerin derdi ancak kendi karınlarını doyurup, başka bir işleri olmadığını bilsin.” (Atatürk ve İnkılap, 30 Kasım 1929) (Kaynak: Prof.Dr. Osman ZÜMRÜT, “Atatürk’ün Kur’ân’a Bakışı” isimli makaleden)
Diyanet’le Hamdi Yazır arasında imzalanan protokol maddeleri
1- Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.
2- Ayetlerin nüzül (iniş) sebepleri kaydedilecek.
3- Kıraat-i Aşere’yi (10 okuma tarzını) geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.
4- Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahı yapılacak.
5- İtikadda ehli sünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer’i, hukuki, ictimai ve ahlaki hükümler açıklanacak.
6- Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek.Özellikle tevhid konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek.
7- Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam Tarihi olayları anlatılacak.
8- Batılı müelliflerin yanlış yaptıkları noktalarda okuyucunun dikkatini çeken noktalar konularak gerekli açıklamalar yapılacak.(Kaynak: Sinan Meydan)
Bunu neden anlatıyorum?
Sosyal medyayı seçim sonrası elimden geldiğince kullanmadım belki bir hata belki de bu durumu pek fazla kabullenemeyişimden kaynaklı olabilir. Ama bir arkadaşımızın dili oldukça sert sözler keskin bir paylaşımla başlayan tartışmalar ve alevlenen yorumlar dikkatimi çekti. Sözlerini tasvip etmesemde din adamları ile ilgili olarak vermek istediği mesajlar aslında ne kadar hassas bir dönemden geçtiğimizin göstergesidir. O nedenle bu meslek grubundaki arkadaşlarımızın toplumun her kesimine uzanan el, dil ve gönül adamı olmaları hususunda önce insan, doğa ve yaşam diyebilen bir meslek grubu olmaları gerçeğidir. Aksi takdirde dünyamız insan sevgisinden uzaklaşır. İnsanı sevmeyen, insanı ayrıştıran, ötekileştiren söylemlere ağırlık verdiklerinde doğayı katledenlere sessiz kaldıklarında kendi çıkarlarını toplum çıkarlarının önünde tuttuklarında asıl kaybedenin kendileri değil temsil ettikleri ulvi değerler olduğu gerçeğidir.
Bu tartışma aslında meslek grupları üzerinden değil ama meslek gruplarının temsil ettikleri değerler üzerinden yapılmalıdır. Kişilerde olayları şahsileştirmeden kişiye direk söylemek yerine bu değerlere vurulan ya da bu değerler üzerinden yapılan atışmaların aslında kendileri değil toplumsal gözle irdelemelidir.
İşte bu nokta da Mustafa Kemal farkı ortaya çıkar.
Cumhuriyetin değer verdiği iki kesim vardır; birisi insan olarak kadın, meslek olarak ise imamlardır.
Çünkü kadını erkeği ile eşit kılan cumhuriyet, imamı da meslek grubu olarak bağımsız, özgür, köylüye muhtaç olmadan yaşayabilen, kıraç imamlarına teslim etmeyen, köylünün iki dudağının arasına hapsetmeyen dünya da ender ülkelerden biri olan Türkiye, maaşı devlet tarafından verilen tek din adamı olma vasfını da imam - Hatiplere sağlamıştır.
Daha düne kadar yaşadığımız, hatırladığımız yüksek yerlerde var olan kıraç imamı diye tabir edilen ve cumhuriyet imamlarının arkasında namaz kılınmaz diyerek toplumu kendi etrafında birleştiren sözde imamlar!(Mesleğini, hakkı ile yerine getiren kendi dünyalık çıkarı için değil Allah rızası için bu göreve talip olan insanları tenzih ederim) mevcuttu. Vekil öğretmenlik yaptığım dönemlerde köylüler İmam- Hatip mezunu kişiler yerine hatta köye atanan imamlar yerine bunları ön safa geçirir onun sözüne itibar ederlerdi. İşte Cumhuriyet bunlarla mücadele etti. İmam - Hatipler bağımsız olsun, köylüye muhtaç olmasın devlet maaşını versin. Görevli din adamlarımızda vatandaşımıza gerçek dini anlatsınlar, doğruyu ve hakkı konuşmaktan uzaklaşmasınlar isteniyordu.
Onun için Diyanet işleri başkanlığı kuruldu, İmam - Hatip lisesi açıldı, Kuran-- Kerim Türkçe olarak tefsir ettirildi.
Güvenilmeyen kaynaklar günümüze uygun olmayan tefsirler, kitaplar toplatıldı.
Aynen bu gün FETÖ kitaplarının toplatıldığı gibi...
Dini kendi dünyasına, kendi çıkarlarına, kendisine hizmet etmesi için sübliminal mesajlarla dolduran kendini tarif ederek şeyh-şıh diyerek toplumu hipnotize edenlerle mücadelenin bir parçasıydı. Dün cemaat toplamak, mürtileri ile keramet göstermek isteyenler bu gün de ticaret kavgaları ile güç toplama peşine düşmüşlerdir. Bütün bunların ana söylem kaynağı da müslümanın ticareten güçlü olması güçlü olurkende sorgulama yeteneğini kaybetmesinden geçmektedir. Gücü verdiğinizde onu hissettirdiğinizde sorgulama yeteneğini kaybeden gruplar bir pazarlamacı misali sizi zayif noktanızdan yakalar ve siz derin bir dehlizde bilmediğiniz, görmediğiniz mahfillere hizmet etmeye başlarsınız. Bu gün FETÖ vb.leri gerek Ortadoğu da gerekse İslam coğrafyasında bu yapı ile müslümanı müslümana kırdıran gerçek dünyada insan sevgisinden uzaklaştıran sadece cennet için dünyayı cehenneme çevirmeye kararlı silahlı militanlarla kendi düzenlerini koruma kavgası vermektedirler.
İşte bir zamanlar köylünün ya da yöre halkının topladığı para, buğday veya yiyecek yardımları ile yapılan imamlık mesleği cumhuriyetle kimseye bağlı olmayan, sorgulayan, düşünen araştıran ve halkına doğruyu göstermek üzere yola çıkmış din adamları ile cumhuriyet 100 yıl önce başladığı bağımsızlık mücadelesinde devletini kimselere esir etmemiştir. Şimdi onun aydınlık imamları, dini biatla değil; araştıran, sorgulayan, dünyayı okuyan ve bu ülkeden gitmek için değil! Kalıp bu ülkeyi batının standartlarının ötesine taşımak için mücadele etmek zorundadırlar. Tarihi değişitrenler, savaşanlardır ama kalıcı olarak geleceğe teslim edenlerse ilim adamları, öğretmenler ve en önemlisi dünya da somut kavramlarla değil soyut olan duyguları kontrol eden insanın iç dünyasına yön veren imam hatiplerimizdir. Onların bu Ramazan ayında çok daha önemli çok daha mühim vazifeleri vardır. Dilleri sevgi aşılamalı, eylemleri güven vermelidir. Devlet hepimizin siyaset ise düşüncelerimiz ve dünyaya bakış penceremizdir. İmam- Hatipler elbette dünyaya bakacaklar, elbette o pencereden nasiplenecekler ama unutulmaması gereken nokta tartıştığımız, kırdığımız her birey siyaseten senden, düşüncesel olarakta temsil ettiğinden dinden uzaklaşıyor.
Yani kısacası siyaseten kazanırken mücadele ettiğin öbür dünyadan kaybediyorsun. Kazandığını bu dünyanın zaferlerine teslim ediyorsun.
Neden mi?
Onu da Hz. Mevlana’nın sözü ile bitirelim;“Bir defa kalp kırmak , Kabe’yi alt üst etmekten daha kötüdür !
Zira Kabe’yi Hz İbrahim inşa etti , Kalbi ise Allah yarattı !…”
