Büyük bir siyasi çekişmeye sahne olan yerel seçimlerin üzerinden tam 17 gün geçti. 31 Mart’ta ülke neredeyse seçime 3 blok halinde gitti diyebiliriz. İktidar ve onun ortaklarının oluşturduğu cumhur ittifakı, ana muhalefet ve onun ortaklarının oluşturduğu millet ittifakı ile sırtını YPG/PKK gibi terör örgütlerine dayadıklarını açıkca ifade eden HDP’nin oluşturduğu ittifak.
1 Nisan sabahı hemen hemen her yerde kazananlar belli olduğu halde, özellikle Ankara ve İstanbul gibi iki büyük şehri kimin kazandığını Türkiye’nin öğrenmesi için aradan günler geçmesi gerekti.
Neden peki? Çünkü kaybeden tarafa göre seçime şaibe karışmıştı...
Peki şaibe karıştı denmesinin gerekçeleri neydi?
Birincisi seçmen olmayanların seçmen listerinde kaydının olması. Bunu gerekçe gösterenlerde biliyor ki seçmen listeleri seçimden önce muhtarlıklarda askıya çıkarılarak belli bir itiraz süresi beklenir. Bu süre zarfında eksik yada hatalı seçmen bilgileri seçim kurullarınca güncellenerek süre bitiminde kesinleşmiş olur. Yani artık o liste herkesin üzerinde ittifak sağladığı bir listedir. Seçim sonrası bu liste yanlıştı demek olmaz. Yanlış olduğunu zamanında seçim kuruluna neden iletmediniz sorusuna muhatap olunduğunda verilebilecek bir cevap olmalı. Doğru cevap olmadığı kesin ama herhalde şimdi itiraz edenler “nasıl olsa biz kazanacağız” gerekçesiyle bu yanlışı görmezden geldik diyemiyeceklerdir.
İkinci gerekçe ise sandık kurullarının usülsüz oluşturulduğu iddiasıdır ki en vahimi de bu iddia olsa gerek. Neden mi? Çünkü her kurulda memur üyelerin dışında siyasi partilerin belirlediği birer tane de partili üyeler bulunmaktadır. Eğer kurul üyelerinden bir tanesi bile tutanağı imzalamazsa o sandıkta anlaşmazlık yada usülsüzlük var demektir. Dolayısıyla bu sorun giderinceye kadar sayım tekrarlanır ve tutanak her defasında yenilenir. Bu durumda siyasi partiler kendi belirledikleri sandık görevlilerini de zan altında bırakmış olmuyor mu? Hadi bir kaç kişi böyle davrandı diyelim, koskoca İstanbul’da her sandıkta aynı şeyin olduğunu iddia etmek çok da inandırıcı olmasa gerek.
Garip olan şu ki; iddiaları ortaya atan iktidar partisinin içişleri bakanı seçimden bir kaç gün önce her türlü tedbirin alındığını ve Dünya’nın en güvenli seçiminin gerçekleşeceğini söylüyordu.
Peki her türlü imkan elinde olan bu zamana kadar hiç seçim kaybetmemiş iktidar partisi üstelik de ittifak desteği almışken büyük şehirlerde neden kaybetti? Bu sorunun en etkili cevabı ekonomi olsa gerek...
Hatırlayanlar çoğunlukta olsa gerek, 17 yıllık iktidarın temelleri 90’lı yıllarda yaşanan ekonomik sıkıntılar sonrası atılmıştı. O dönemde fırlatılan yazarkasa halkın ekonomik anlamda çektiği sıkıntıyı, anayasa ise devletin yönetiminde ortaya çıkan sıkıntıyı temsil ediyordu. Güçlü bir yönetim ihtiyacı duyan halkımız İstanbul belediyesindeki yönetimi ile güçlü bir lider olarak ortaya çıkan sayın Cumhurbaşkanı’na ümit bağlamış ve partisini kurmasından kısa süre sonra kendisine ülkeyi yönetme yetkisini tek başına vermişti. Bu 17 yıllık süre zarfında ülkede çok şey değişti. En önemlisi de yönetim şekli değişti. Partili başkanlık sisteminde kötü giden özellikle iki konu vardı ki ülke halkı için hayati değerde idi. Biri eğitim diğeri ise ekonomi...
Ekonominin başına geçen damat işleri bir türlü yoluna koyamayınca vatandaş “varlık kuyruğu” adıyla tanzim satışlarda sıra bekler oldu. Dövizin yükselmesi bir türlü önlenemedi ve bu gidişat hep dış güçlere ve lobilere bağlandı.
İşte böyle bir ortamda yazarkasa devri geride kaldığı için vatandaş bu kez oyunu kullandı. İktidar partisini ikaz etti. Ekonomi, eğitim ve adalet konularında önümüzdeki 4,5 yıllık zamanda akıllı ve doğru adımlar atılmazsa iktidar değişikliğine neden olabileceğini bir anlamda göstermiş oldu.
İstanbul ve Ankara ülke siyaseti için adeta bir gösterge niteliğinde olduğu herkesçe malumdur. Hem meclis aritmetiğini şekillendirir bu iller hemde Anadolu’nun siyasi tercihini. Bu yönüyle iktidar muhasebesini iyi yapıp bundan sonra üzerine düşen konusunda daha özverili olmak zorundadır.
